9 Ocak 2013 Çarşamba

Kelimenin Hayatı-Ahmet Haşim



Kelimenin Hayatı / Ahmet Haşim
Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca müşabih (benzer) değildir. Lisanlar-tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir. Edebi bir metni okurken, daha dün o kadar zinde bir manası olan “melek” kelimesinin, bugün tamamen hayatiyeti tükenmiş, renksiz ve şekilsiz bir laf haline geldiğini hissettim. Bu kelime, şimdi Türkçede soğuk bir raşeden başka bir şey değildir.
Melek nedir?
Edebiyattaki manasına göre, melek; bir kadındır ki, gözleri mavi, saçları sarı ve beyaz entarisinin etekleri uzundur. Hıristiyan sanatında melek lepiska saçları topuklarına kadar uzanan, büyük güvercin kanatlı, mahcup bir genç kız suretinde temsil edilir ve daima elinde sur nev’inden uzun bir musiki aleti olduğu halde, gökte beyaz bulut yığınlarının kenarından tebessüm ettirilir. Bu verem çehreli maverai güzelin enmuzeci kadın kıyafetinin son inkılabına kadar devam edebilmiştir. Fakat kadın saçları, berber makasıyla kesilip, eteklerin yarısı da terki nefs ile uçarak dizleri çıplak bıraktığı günden sonra melek birden, mazinin silik şekilleri arasına düşmüştür. Şeytani bir alevin temasıyla taraf taraf ateş kırmızılığına boyanan muasır kadın çehresi yanında, uzun sarı saçlı ve mavi gözlü “melek” şimdi aptal bir halayık çehresinden daha fazla cazip değil.


6 Ocak 2013 Pazar

Düşüncelerimiz ve Not tutmak


İşin içinden çıkamayacak bir durum yok. Sabır, azim ve gayretle her şeyin üstesinden gelebilirsiniz. Yakıp yıkmak yerine hayallerimizi, tasarlayıp inşa etmesini bilmeliyiz. Yarın çok uzak görünse de bugün şu an ve şu dakika varlığımızı ve yaşadığımızı unutmamalıyız. Eğer bugünün değerini bilmezsek yarının değerini asla anlayamayız eğer şu boş vakitleri değerlendirmezsek bir daha boş vaktimiz olmayabilir. Yaşadığımız her anı her ayrıntıyı not etmeliyiz. Geride kalanlara iyi birer örnek bırakabilmek için, maalesef yurdum insanı not tutmayı bilmiyor. Daha doğrusu eline kalem bile almak istemiyor, televizyonun, internetin, cep telefonunun esiri olmuş durumdayız. Her şeye kah kah kih koh ederek her şeyi dalgaya alarak eğlenmekten başka yaptığımız bir iş yok sanırım. Boş işler peşinden koşmayı çok seviyoruz. Tarihimizi kapalı perdeler arasında öğreniyor aynı zamanda tarihimize zevk düşmanı, sapık zihniyetliler rolünü veriyoruz. Bir padişahın kahramanlıklarını değil haremi anlatıyoruz, Batılıların o muhteşem oyunlarının esiri durumundayız. Onlar bizden korktukları için bu oyunların esiri yapıyorlar ve bizim tarihimizi öğrenmemizden korkuyorlar neden mi?
Durun anlatayım. Eğer tarihimizi öğrenirsek tekrar güç bulup yeniden dirileceğimizden korkuyorlar. Yeniden bilgimizle gücümüzle ilmimizle bu dünyaya hakim olacağımızdan korkuyorlar. Ünlü bir bilim adamı şöyle demiştir; Öğrenmemiz gereken önemli üç tarih vardır. Eski Yunan tarihi, eski Roma tarihi ve eski Türk tarihi. İşte görüyorsunuz değil mi? en önemli üç tarihten biriyiz fakat o kadar yabancıyız ki her şeye o kadar uzağız ki kültürümüze boş bilimlere, boş filmlere kafa yorup yerimizde sayıyoruz. Velhasıl dünden bize kalan ne varsa her şey hakkında bilgi edinmeliyiz. Tarihimizi kapalı perdeler arasında bırakmamalıyız. Yarına iyi şeyler bırakmak için not tutmalı yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi, not tutup tekrarlamalıyız. Kalem erbabı dedelerimizin, mürekkep yalayan torunları olmalıyız. vesselam...
[Ahmet CULUM] 07.01.2012