26 Nisan 2014 Cumartesi

Bir Sormak Lazım Kendimize

Biraz solmak lazım …biraz yıpranmak ,biraz nefessiz kalmak…biraz terlemek ,biraz sürünmek yollarda …!neden biliyor musun arkadaşım!? Çünkü hiçbir şey kolay değil .yaşamak bile kolay değil artık.emeksiz yemeğe alışmışız ya, ''ver yiyeyim, ört yatayım’ hesabı yaşıyoruz . Nerede bu yoğurdun bolluğu ?!ben kendime de soruyorum sizinle birlikte. Yok kardeşim: nefsini zorlamadan, alttan almadan, hoşgörü beklemek yok.
Enaniyetini yok etmeden, benliğini köreltmeden yok, olmuyor işte kazanamazsın Allah rızasını. Ben diyemez. Her işimizde böyle olmuş.az çalışayım ama sınavı kazanayım diyoruz.kendimi sıkmayayım ,nefsimin istekleri de olsun ama Allah rızasını kazanalım istiyoruz. Ailem hep beninle ilgilensin, sevdiklerim benim istediklerimi yapsın istiyoruz. Ya da ben neler yaptım, karşımdaki neden aynısını yapmıyor diyoruz. Özellikle ahiret dünyası için konuşuyorum. Bu dünya emeği yeme tarlası değil arkadaşım. Bize hep uzak gelse de aklımıza getirmesek de bir hesap günü var. Ve kendimizi frenlemediğimiz, enaniyetimizi kırmadığımız sürece hayatımızın hesabını veremeyecek ve Allah rızasını kazanamayacağız. Bunun için dişi biraz sıkmak lazım, biraz başının dönmesi lazım. Dönüp kendimize bir sormamız lazım. 
Zeynep Kekillioğlu

24 Nisan 2014 Perşembe

İbretlik hikaye

Aşağıdaki ibretlik hikâyeyi Ahmet Güleç hocamız gönderdi (12 Temmuz 2010 Pazartesi 06:53).
Aynen alıntılıyorum:
Vaktiyle Bursa' da bir Müslüman, eski adı "Yahudilik Yolağzı", bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:
"Her kula helâl, Müslüman'a haram!.."
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...
Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. "Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman'a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?.." diye çıkışmışlar adama. Adam:
- "Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır..."dedikçe kadı kızmış:
- "Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzurunu kaçırdın, katlin vâciptir!" demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:
- "Nedir gerekçen?.." diye sormuş. Adam:
- "Bir tek Sultan'a derim..." diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan'a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş... Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:
- "De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın,hem de her kula helâl,Müslüman'a haram yazarsın?.." Adam, başı önünde konuşur:
- "Delilim vardır, lâkin ispat ister."
- "Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?.."
- "O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultânım..."
- "Eeee?!.."-
"Sultânım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak..." Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Mûsevîler, "ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim..." Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş... Bir hafta dolunca, adam:
- "Sultanım, artık bırakmak zamanıdır" demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan'a teşekkürler, hediyeler... Az zaman geçmiş ki, adam:
- "Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım" demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine... Sultan:
- "Bitti mi?.." demiş adama.
- "Sultânım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle" demiş.
- "Şimdi nedir isteğin?.."
- "Efendim, pâyitahtımız Bursa'nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden..." Adamın dediğini yapmışlar, Ulucâmi imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler...Ve ne olmuş bilin bakalım?.. Bir ALLAH'ın kulu çıkıp da, "ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz", gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış... Geçmiş bir hafta, "Nerde imam" diye gelen-giden yok!.. Aptal ve cahil bir imam tayin edilmiş yerine, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan tam yobaz cinsinden biri... Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derdest edilen koca âlim için:
- "Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik..."
- "Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!.."
- "Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara..."
- "Sorma, sorma..."
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- "Eee, ne olacak şimdi?.. Adam:
- "Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan." "Haklısın" demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- "Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?.."
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- "Hava bile haram, hava bile!.." demiş...

Rasim Özdenören

Yeni Şafak

2 Nisan 2014 Çarşamba

İç Sıkıntısı - Ahmet Haşim

Sekiz saattir şimendiferdeyim.
Tren boş ve neşesiz.
İçim sıkılıyor.
Yolun iki tarafında memleketler, kıt’alar akıp gidiyor, fakat göz için yeni hiçbir şey yok. Beş dakikada bir pencere değiştiriyorum: Aynı ağaçlar, aynı yollar, aynı dereler, uzun bir baş ağrısı gibi yolun iki tarafında tekrarlanıp duruyor.
Rabbim! Şu manzara dedikleri ne müz’iç bir şeymiş!
Elimde büyük bir şairin harikulâde kitabı var. Trenin anlatılmaz can sıkıntısını gidermek için kitabın büyülü nesrini mi okumalı, yoksa şu pencerelerin dışında binbir renkle kaynaşan fakat bir türlü değişmesini bilmeyen hayatın dümdüz şeridini mi seyretmekte devam etmeli?
İşte halledilecek küçük bir mesele:
Gerçi hayat, kitaba sığmayacak kadar geniştir; fakat tekerrrürlerle doludur. Kitap, tabiatta en büyük olan şeyin yani insanın en güzel balını taşımak itibariyle tabiatın genişliğini haiz olmaya muhtaç olmaksızın ona üstündür. Tabiatta insanın en büyük şey olduğuna şüphe etmemeli. Zira en karanlık bir Afrika’nın en kuzgunî bir vahşisi bile, en âkil bir fil, en müdebbir[1] bir karınca ve en kâmil bir baubap ağacına zekâca bir milyon kere faiktir.
İnsan zekâsı, tabiatın içinde değil; tabiatın yanında, ayrı bir kuvvettir. Tabiatı beğenmediği için değil midir ki insan zekâsı; şiiri, mimariyi, musikiyi, raksı ve onların yanında, büyük küçük şu bir sürü hayat san’atlarını yaratmıştır? Hayatımıza tat veren derin zevklerin hakiki yaratıcısı olan insan zekâsının halis bir mahsulü olduğu için kitap, tabiattan büsbütün ayrı, ondan daha lezzetli ve ondan daha dinlendiricidir.
Kitabımı okuyorum.
Ahmet HAŞİM

Frankfurt Seyahatnamesi (Gezi notları,1933)