Bazen satırlar bile anlatamıyor insanı. Korkular bir kara bulut gibi çökerken üstüne insanın, anlatmak ya da bir şeylere bir anlam yüklemek zorlaşıyor. Yaşadığın her anda bir düşünceden öbürüne savrularak bir yerde duramamak yoruyor insanı. Bütün istediklerimizi bir kenara koyup istemediklerimizle yan yana sırt sırta duruyoruz. Düşündüklerimizi asla anlatamıyoruz. Kelimeler boğazına düğümleniyor insanın. Sıkıldığımız, yorulduğumuz, bıktığımız anlar oluyor, anlam veremiyoruz. Kimi zaman bir huzursuzluk kaplıyor içimizi ama o sıkıntının, huzursuzluğun sebebini bir türlü bulamıyoruz. Olduğumuz yerden sağa dönüyoruz, sola dönüyoruz fakat hep aynı huzursuzluk dört bir taraftan sarıyor bizi. Hayatın en zor aşamalarında bile ayakta kalmaya çalışıyoruz.
Bir yandan kazandıklarımıza sevinirken diğer yandan kaybettiklerimiz için üzülüyoruz. Aslında hep kazanmak, hep bir şeylere sahip olmak istiyoruz. En güzelini hep kendimiz için istiyoruz. Huzurluğumuzun sebebini kendi kendimize sormak yerine başkalarının huzursuzluğunda huzur bulmaya kalkışıyoruz. Sonra da başımıza gelen sıkıntılara bir anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bir başkasının düşüncesini dinlemek, önemsemek yerine her söylediğimizin doğru olduğuna kendimizi inandırıp ona göre yaşıyoruz. Bazen çok yüksek tepelerden bakıyoruz hayata, insanlara. Sanki Kaf dağının üstündeymişiz gibi bizden başka her şeyi küçük görüyoruz ya da küçümsüyoruz. Bir başkasına asla kendimizi teslim etmiyoruz. Çünkü kendimize güvendiğimiz kadar başkasına güvenemiyoruz. Aslında hiçbir şeyi bilmiyoruz bu yüzden bildiklerimiz hep bilmediklerimizden ağır basıyor. Bu satırları yazarken bile bir şey bildiğime kanaat getirerek yazıyorum. Hep düşünüyorum aslında bilmiyorum; acaba bildiklerimizi bilmeseydik, bir bilenin olduğunu bilebilir miydik? Kafamda yine deli sorular…
Read more at http://filozofundefteri.blogspot.com/2014/05/ghgh.html#737scrM6ZlhP6eqZ.99