25 Mayıs 2014 Pazar

Düşünüyorum da Bazen

Bazen satırlar bile anlatamıyor insanı. Korkular bir kara bulut gibi çökerken üstüne insanın, anlatmak ya da bir şeylere bir anlam yüklemek zorlaşıyor. Yaşadığın her anda bir düşünceden öbürüne savrularak bir yerde duramamak yoruyor insanı. Bütün istediklerimizi bir kenara koyup istemediklerimizle yan yana sırt sırta duruyoruz. Düşündüklerimizi asla anlatamıyoruz. Kelimeler boğazına düğümleniyor insanın. Sıkıldığımız, yorulduğumuz, bıktığımız anlar oluyor, anlam veremiyoruz. Kimi zaman bir huzursuzluk kaplıyor içimizi ama o sıkıntının, huzursuzluğun sebebini bir türlü bulamıyoruz. Olduğumuz yerden sağa dönüyoruz, sola dönüyoruz fakat hep aynı huzursuzluk dört bir taraftan sarıyor bizi. Hayatın en zor aşamalarında bile ayakta kalmaya çalışıyoruz.



Bir yandan kazandıklarımıza sevinirken diğer yandan kaybettiklerimiz için üzülüyoruz. Aslında hep kazanmak, hep bir şeylere sahip olmak istiyoruz. En güzelini hep kendimiz için istiyoruz. Huzurluğumuzun sebebini kendi kendimize sormak yerine başkalarının huzursuzluğunda huzur bulmaya kalkışıyoruz. Sonra da başımıza gelen sıkıntılara bir anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bir başkasının düşüncesini dinlemek, önemsemek yerine her söylediğimizin doğru olduğuna kendimizi inandırıp ona göre yaşıyoruz. Bazen çok yüksek tepelerden bakıyoruz hayata, insanlara. Sanki Kaf dağının üstündeymişiz gibi bizden başka her şeyi küçük görüyoruz ya da küçümsüyoruz. Bir başkasına asla kendimizi teslim etmiyoruz. Çünkü kendimize güvendiğimiz kadar başkasına güvenemiyoruz. Aslında hiçbir şeyi bilmiyoruz bu yüzden bildiklerimiz hep bilmediklerimizden ağır basıyor. Bu satırları yazarken bile bir şey bildiğime kanaat getirerek yazıyorum. Hep düşünüyorum aslında bilmiyorum; acaba bildiklerimizi bilmeseydik, bir bilenin olduğunu bilebilir miydik? Kafamda yine deli sorular…

Read more at http://filozofundefteri.blogspot.com/2014/05/ghgh.html#737scrM6ZlhP6eqZ.99

20 Mayıs 2014 Salı

Seni İstiyorum

Durgun deliyim bu aralar. Önce deli gibi haykırmak, sesim kısılana kadar çığlık atmak istiyorum, sonra sessizce ağlamak. Kimseler görmeden ruhumun derinliklerine inip oralarda yalnız kalmak ve kendimi sorgulamak istiyorum. Hayatımı süzmek istiyorum, posasını atıp, kalan özümle tekrar bir ben yaşamak istiyorum. Biraz kendimin farkına varmak istiyorum, heyecanı son safhasında yaşamak istiyorum.

Mutluluğu, acıyı, aşkı, nefreti, hasreti, utangaçlığı tadında ve hissederek yaşamak istiyorum. Dönüp bakmak istiyorum kendime. Aynasız, yansımasız, sadece ben; hatalarımı, sevinçlerimi, kırdıklarımı ve kırgınlıklarımı tekrar hissetmek istiyorum. Pişmanlıklarımı tek kalemde silmek istiyorum. Keşkeleri lügatimden çıkarmak istiyorum. Gözyaşlarımı bir cam ibrikte biriktirip umutlarımı sulamak istiyorum. Karanlıklarımı toplayıp mum ateşinde yakıp yolumu aydınlatmak istiyorum. Dualarımın şiddetinden engellerim yıkılsın istiyorum. Küçükken ettiğim dualar gibi Allah’ım elimden tut yürüt beni diyorum ve bunu o minik kalbimle istediğimden çok daha fazla istiyorum. Masal âlemindeki puslu, loş ışıklı, dar koridordan; aydınlık, ferah, upuzun bir gerçeğe çıkmak istiyorum ve elimden tutan yarenler istiyorum yoldaşlar, duama eşlik eden dostlar istiyorum. İnandığımı yaşamak ve yaşadığımla yükselmek istiyorum. Bir sevgi, bir muhabbet istiyorum. Kalbimi saracak ve beni maşukuma taşıyacak bir gemi ve bu gemide ufukları aydınlatacak bir rehber istiyorum. Dualarla ayaktayım, yaşıyorum. Elhamdülillah hissediyorum. Seni istiyorum Rabbim seni istiyorum…

Zeynep Kekillioğlu

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Anlam Bulmak

Zaman gelir yokluk içinde varlığı yaşarsın, zaman gelir varlık içinde yokluğu yaşarsın. Kimi zaman hayallerle yaşarsın, kimi zaman ise gerçeklerle savaşırsın. Aslında bütün yaşantımızda bunlardan ibaret değil mi zaten? Önce bir şeylerin hayalini kurar, sonra onun gerçekleşmesi için elimizden ne gelirse yaparız. Bazen ulaşırız ulaşmak istediklerimize, bazen ise ulaşamayız ve büyük bir hayal kırıklığına saplanırız. Davranışlarımız istemsizce değişmeye başlar, kaybetmek o kadar zorumuza gider ki ağır gelir ve altında eziliriz.  Kazanmaya o kadar alışkın olmuşuz ki kaybetmeye tahammül edemiyoruz. Bir de aslında neyi kaybediyoruz ve neyi kaybetmeye tahammül edemiyoruz? Bunu da bir gözden geçirmemiz gerek.

Birini severken ne için sevdiğimizi neden onunla vakit geçirdiğimizi bir sorgulamamız gerekmez mi?Kafamızda kurguladığımız o kısa yaşamın kazanmak ve kaybetmek arasında sıkışıp kalmasına engel olmak gerek. Yaptığımız bir şeyi veya bir işi kazanmak ya da kaybetmek için değil de bir anlam dairesi içinde yapmamız bir anlam yüklememiz gerekmez mi? Nitekim anlamsız olan her şeyin bir gün bir kenara atılacağını ve unutulacağını unutmamamız gerek. Her şeyde böyledir aslında. Aşklarda, sınavlarda, arkadaşlıklarda, dostluklarda, evliliklerde, inançlarımızda vb. daha birçok şey sayabiliriz. Bunların hepsi de bir anlamı olmadığı zaman ne yazık ki bir zaman sonra yok oluyor, hatta bir daha akıllara bile gelmiyor. Her şeyin bir anlam dahilinde olduğunu unutmamız, bizlerin hayatımıza bir değer katacağını bir önem yükleyeceğini düşünebiliriz. 

Yaşantılarımızı yeniden gözden geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Mesela niçin savaş veriyoruz? Neden seviyoruz? Neden ibadet ediyoruz veya neden etmiyoruz? Niçin hep bir kavga içindeyiz? Kimin için çalışıyoruz? Bu soruların hepsini veya daha fazlasını kendimize bir bir sormamız lazım… Anlamını aramalıyız her şeyin çünkü çok iyi biliyoruz ki anlamı olmayan her şey unutulmaya mahkumdur. Hayatımızın tamamına bir anlam yüklemeliyiz ki yaşamamızın da bir anlamı ve amacı olsun. 

Bir Beyitten Ne Anladık

Ağlasa âşık belâyı hecr ile nâlân olup

Gözlerinde akan anın yaş yerine kan olup.

(Aşık ayrılık belasıyla inleyerek ağlasa ve onun gözlerinden akan yaş yerine kan olsa bu ona revadır).


Ne güzel diyor şair değil mi? Şu zamanlarda gözyaşların değerini anlamayan âşıklara, ne güzel bir gönderme yapıyor. Acaba maşuk, aşığın gözyaşına dayanabiliyor mu peki? Bence artık aldırış bile etmiyorlar, çünkü dökülen gözyaşlarının önemi de kalmış değil artık. Herkes aşkı tatmanın verdiği zorlukları ve yükümlülükleri üzerinden atmak için can atıyor. Kimse o kadar da umursamıyor sevgilinin gidişini, nasıl olsa yerini başka biri alır gibisinden sözlerle kendilerini avutup yollarına devam ediyorlar. Oysa aşkı bu kadar basitleştiren insanlar, bir de kalkıp âşık olduğunu söylüyorlar. O kadar basit bir durum haline gelmiş ki aşk, dilden dile dolaşıyor ama kimse anlamına önem vermek istemiyor. Çok tanımı yapılıyor aşkın ama, kimse aslında ne olduğunu anlamak istemiyor. Bende buradan tanım olmasa da aşktan anladığımı aktarayım:  Aşk, tek hece üç harf, gönüllerin söndürülemeyen tek yangını, sevgilinin özlemiyle bir ömrü feda etmeyi göze almaktır. Aşk, Mevlana’nın Şems’e bağlılığı, Mecnun’un Leyla’ya olan tutkusu, Züleyha’nın Yusuf’un uğrunda âma olmasıdır. Aşk en sevgiliye duyulan özlemi, sevgiliye olan bağlılığı, tutkuyu, özlemi, hazzı derece derece artırarak sevgiliye kavuşmanın hayaliyle yaşamaktır. Evet, benimde aşktan anladığım bunun gibi şeyler ve daha buraya yazamayıp da hayatımda uyguladığım bir çok şey de dahil…
Siz aşk dediğinizde ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama, bugün birbirine aşık olan insanların aşktan ne anladığı apaçık ortada. Aşk dediğimiz şey bu zamanlarda nefsani duygulardan öteye gitmiyor maalesef. İskender Pala’nın şu sözü çok hoşuma gider. ‘’Sevgiliye hiç dokunmamak ve kalbini kalplerin gerçek sahibi olan Allah’a  teslim edip aşkı öylece tatmak.’’ Bu söz ne kadar da güzel bir şekilde anlatıyor her şeyi. Peki şimdi kaçımız böyleyiz, kaçımız gerçek aşkın peşindeyiz.
Kaçımız sevdiğimize dokunmadan, kalbimizi kalplerin gerçek sahibi olan Allah’a teslim edip aşkı öyle tadıyoruz acaba. Gözyaşlarımız ne için akıyor, niçin acı çekiyoruz, diye dönüp hiç sorduk mu kendimize?
Zamanla biten o aşk dediğimiz yalan olan sevgilerin bitmesinin sebebini hiç kendimize sorduk mu?

Sormaya başlarsınız iyi olur bence …. Selametle.