Mühim işlerimizi tehir etmeyi severiz. Bazılarımızda bu, tembellikten ve ihmalden ziyade, mükemmeliyet aşkıdır. O işi ehemmiyeti nisbetinde muhtaç olduğu geniş zamana, huzura bırakırız. Benim de böyle yıllardan beri gününü bekleyen projelerim var. O gün nasıl gündür? Evvelâ çok uzundur, yirmi dört saat değil, yirmi dört yıl sürecek gibi gelir: sonra alelade günlerin bütün alakalarından uzaktır; o gün hiçbir işim olmayacaktır. Telefon çalmayacaktır, kapı vurulmayacaktır, otomobil kornası ve ayak sesi duyulmayacaktır; o gün hafızamı bir diksiyoner gibi kullanabileceğim, istediğim sayfayı açacağım, dilediğim hatırayı dümdüz, ter temiz ve durdurabileceğim, muayene edebileceğim, geri geri gönderebileceğim, tekrar çağırabileceğim. Bir siyah tahta önünde tebeşire hâkim olan sağ eli ve silgiye hâkim olan sol elin rahatlığı ile fikirlerimi çizeceğim, sileceğim, yeniden yazıp bozacağım ve aradığım mükemmeliyete doğru, gayeme müdahale edebilecek harici ve deruni hiçbir yabancı ilişiğe rastlamadan ilerleyeceğim, işimi yapacağım.
Bu masum iştiyakla en güzel tasavvurlarımın icrasını tehir ettiğim çok olmuştur. Yarını bugünden daima daha müsait farz etmekten doğan bu masumiyetin cezası o işin asla yapılamamasıdır.
Yaşadıkça anlarız ki, o gün gelmez. Her gün muhtevası itibarile değil, mücadelesinin şartı itibarile başka herhangi bir günden farksızdır; kısadır, maddi alakalarla doludur, beş duygumuzdan şuurumuzun ta dibine kadar başımız, düşünmek istediği mevzuun dışında sayısız tesirlerle karşılaşır, dışarıdan ve içeriden hiç ummadığı intibaların ve hatıraların kastine, baskınına ve taarruzuna hedeftir, çünkü hayat bütün bu tesirlerin manzumesidir. Aradığımız huzur ve sükun, ancak bizim olmadığımız yerde, yoklukta vardır.
Yaşadıkça anlarız ki ne yapmak istiyorsak, ne yapabileceksek şimdi başlamalıyız. Ancak şimdiye hâkimiz. Hayat birbirinin peşi sıra geçen şimdilerin yekûnudur. Her kaybolan şimdi bir daha gelmemek üzere geçip gitmiştir ve şimdiyi anlamayan hayatı anlamaz. “şimdilik durmak” değil, “şimdiden başlamak.”
Şimdiye hürmet edelim. Şimdi ne yapıyorsunuz, ne ile meşgulsünüz? Bütün imkânlar buradadır. Muhakkak olan şey yalnız bu şimdiden ibaret. Projelerimizi geciktirmeyelim, şu an bizim midir? Boş muyuz? Şimdi başlayalım. Yarının şimdileri bu anın şimdisi kadar muhakkak değildir.
Kendi kendine: “Bu dünyada yapılacak çok şey var, acele et!” diyen Beethoven gibi bu dünyada az çok bir şey yapmış olabilenlerin hepsi şimdiyi keşfetmiş insanlardır. Anın kıymetini bildiler. Zaman denilen şeyin yalnız şimdiden ibaret olduğunu anlamışa benziyorlar.
Her şey ancak şimdi mümkündür. Biraz sonra şüpheli, daha sonra çok şüpheli. İşlerimizin en mühimini şimdiye en yakın plana alalım. En mühim işimiz olan nefes almayı tehir etmediğimiz ve şimdi yaptığımız gibi. Yemek ve su biraz daha geciktirilebilir, çünkü daha az mühimdir. Biz ise işlerimizi ehemmiyeti nisbetinde geciktirmeyi severiz: Daha iyi, daha mükemmel yapabilmek için, saadetimizi bile geciktirir, ümidi hazza tercih ederiz.
Bütün iktidarsızlıklar, irade hastalıkları, tembellikler, vehimler, tereddütler, savsaklama illetleri, şimdinin kıymetini bilmemekten gelir. Fanilik şuurunun eksikliğidir. Günlerin tükenmeyeceği zannından doğan aldanıştır.
Canı tez, velût, çalışkan ve yaratıcı adam, şimdinin içindeki imkânları kaçırmak istemeyendir. Çünkü bu imkânlar kaçar, çünkü bu imkânlar birbirine benzemez, çünkü bu imkânlar fırsatlardır, çünkü fırsat kaçar ve geri gelmez.
Her şimdinin içinde bir fırsat gizlidir. Boşuna geçen şimdiler kaçırılmış fırsatlardır. Her gece kendi kendimize soralım: “Kim bilir bu gün kaç şimdi kaybettim?”
Kahvelerde her gün sayısız şimdiler kayboluyor.
Bir garp mütefekkiri, insanı boş vakitlerinden tanıyordu. İnsan cidden boş vakitlerinde hüviyetini ve talini bulur. Boş vakitlerimiz baştanbaşa bize ait şimdilerle doludur. Her birinin içindeki imkân hazinesi içinde bahtımızdan parçalar, parçalar vardır.
Fakat bazı canı çok tez adamlar şimdiyi hırpalarlar. Öteki şimdilere bölünmesi lazım gelen bir işi hep bir şimdiye yüklerler. Geciktirmek kadar bu da şimdiye hürmetsizliktir. Tereddütün felce uğrattığı adamla aklına esenin, ilcasının esiri olan adamda farksızdır: biri şimdiyi geciktiriyor, öbürü şimdiyi aceleye sokuyor. Şimdinin anını iyi tayin etmek de şarttır: önünüzden hızla geçen lastik topu yakalamak için kollarınızı bir lahza evvel veya sonra uzattığınız takdirde alacağınız netice bir olduğu gibi.
Her işin kendine göre bir şimdisi vardır. O şimdiyi iyi sezdiğimiz an “şimdi sırası” diyeceğiz, fakat o ideal şimdiyi bulabilmek için ondan evvelki şimdilerin hepsini yoklamalıyız. Her anımızın imkânları ve verimleri üstünde hassas olmak!
Peyami Safa Yedigün, 1936