Aşk dediğimiz mevzu
yaşamınızın bir noktasında gündeminize düşmüşse, muhtemelen şu seçeneklerden
bir tanesine dahilsinizdir: Ya birinden hoşlanıyorsunuzdur, ya biriyle
birliktesinizdir, ya evlisinizdir veya “o defteri kapatmış”sınızdır. Umut
ediyorum ki en son seçenekte yer almıyorsunuzdur ve diğer seçeneklerin kendine
göre farklı deneyimlerinin tadını çıkaranlardansınızdır. Çünkü aşk, bu dünyada
bize verilen en güzel hediyelerden bir tanesidir...
Çoğumuz,
hayatımızın belli bir döneminde başka bir insana alışılmadık, zihnimizi alt üst
eden bir ilgi ile bağlanmışızdır. Çoğunlukla “aşk” olarak nitelediğimiz, ama
bazen sadece “tutku” hissinin yanlış alarmından kaynaklanan bu durumlar, insan
hayatının tuzu biberidir. Özellikle şehirlerde yaşıyor ve hayatınızın akışı
sürecinde binlerce insanla şu ya da bu vesile ile karşılaşıyorsanız, “o insanı”
sizin için “özel” yapanın ne olduğunu merak etmiş olabilirsiniz. Eğer
“hayatınızın anlamı, ruh eşiniz” olan kişiyi bulan o şanslı insanlardansanız bu
isabetli seçimi nasıl yaptığınızı yahut henüz seçim yapmayanlardansanız, böyle
zorlu bir seçimi yapmak üzere insanoğlunun ne kadar enteresan yeteneklerle
donatıldığını biraz konuşalım.
Günümüzde,
özellikle şehirli insanların karşısında (sanal da olsa) çok fazla seçenekli bir
ortam var. Artık sadece fiziksel dünyamızdaki karşılaşmalar değil, sanal
ortamlardaki tanışıklıklar da yakın ilişkileri başlatan araçlar olarak
hayatımıza girebiliyorlar. İnsanlara “hayatınızı birlikte geçireceğiniz insanda
nasıl özellikler ararsınız?” şeklinde bir soru yöneltirseniz, cevapların
çeşitliliği sizi hayrete düşürebilir. Kimisi, “kültürlü ve entelektüel” bir
karakter portresi çizerken, kimisi “esprili” ve “cana yakın” bir insan tarifi
verebilir size. Yahut “elleri” veya “dişleri” güzel olsun; “ailesi” şöyle
olsun-böyle olmasın; “kendine güvensin”; “gezmeyi sevsin ve hatta (tuhaf bir
kıstas ama) “zengin olsun, kendi işi olsun” gibi temennileri de duyabilirsiniz.
Seçenekler neredeyse insanlar kadar çok. Kendi kendinize bile sorup ciddi bir
iç kontrol süreci deneyimleseniz, “sipariş listenizin” kabarıklığı sizi bile
şaşırtabilir. Acaba bu kadar kıstasla uygun bir eş seçebilmek için yeterince
“şanslı” ve “donanımlı” mıyız acaba?
Maalesef durum pek öyle değil. Dünyadaki insanların neredeyse tamamı, kendilerine bir eş seçtikten sonra, aslında “eskiden hayal ettikleri” kıstasların birçoğundan taviz vermek zorunda olduklarını fark ederler. Peki durum buysa, neden bu kadar kıstasımız var ve neden bunlardan hemen taviz veriyoruz?
Öncelikle tekil kıstaslarımızın sayısı arttıkça, aradığımız insanı bulabilme konusundaki seçeneklerimizi son
derece daraltıyoruz ve böylece “şansımız” hızla azalıyor. Ayrıca bahsettiğimiz bu (kısmen ölçülebilir) kıstasların sayıca çokluğu, onların tümüne sahip bazı nadir insanlarla karşılaşma şansımız olsa da, tek tek analiz edip de karar veremeyeceğimiz kadar geniş bir “kontrol listesi”ne sahip olmamızı zorunlu kılıyor. Halbuki, bu tip listeleri kontrol edip sınamak için kullandığımız beynimizin ön kısmındaki (frontal) alanlar, maalesef bu kadar yetenekli değiller. Aynı anda 5-6 tane nesnel kıstası ancak değerlendirebiliyorlar; böylece bir çok farklı kıstası aynı anda değerlendirmek çoğu zaman imkansız hale geliyor.
Halbuki “bilinçsiz” zihnimiz, aslında hayatımızda önem taşıyan bir çok kararda da olduğu gibi, eş seçimi konusunda da şaşırtıcı derecede yetenekli bir donanıma sahip. Bir kaç örnek, konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir:
● Erkekler, bir espri yaptıklarında kendilerine gülen kadınlara bayılıyorlar. Kadınlar, sanki bunun farkındaymış gibi, hoşlandıkları erkeklerin esprilerine daha bir iştiyakla gülerek karşılık veriyorlar. Zira erkekler için espri bir “zekâ” göstergesi olarak algılanırken, espriyi anlamak da bu zekânın muhatabını bulduğunun bir işareti sayılıyor.
● Daha önce sizlerle paylaştığımız bir başka deney serisinde, kadın denekler sadece erkeklerin giydikleri çamaşırları koklayarak, kendilerine “biyolojik” olarak en uygun erkeği seçebilme konusunda şaşırtıcı bir beceriye sahipler.
● Erkeklerin açık ten, sarı saç, geniş kaça, pürüzsüz cilt gibi kıstasları çekici bulmalarının altında, kendileri bilmeseler bile, bunların “gençlik ve doğurganlık” işareti olması yatıyor.
● Yine erkeklerde yapılan deneyler, farklı kadınlara ait fotoğraflar arasından seçim yapması istendiklerinde, genellikle “göz bebekleri büyük” kadınları seçtiklerini gösteriyor; çünkü göz bebekleri, ya ışık azlığında, ya korkudan yahut da çeşitli nedenlerle (mesela cinsel açıdan) heyecanlanma durumlarında büyüyorlar. Fakat erkeklerin hiç biri bu fizyolojik mekanizmayı bilmedikleri gibi ve kadın fotoğraflarındaki göz bebeği farklarını bilinçli olarak ayırt edemiyorlar.
● Muhtemelen hepimizin zihninde, belirli “çekicilik” kalıpları mevcut; fakat bunlar zannettiğimiz gibi belirli fiziksel özellikler değil, bütüncül algı kalıplarına yahut davranış ve bedeni de kapsayan “örüntülere” dayanıyor. Bu karmaşık örüntüleri seçme konusunda ise, biz farkında olmasak da beynimiz tam bir uzman.
● Beyin aşık olduğunda içeride neler olduğunu kısmen biliyoruz. Buna göre “âşık olmak” aslında “saniyenin beşte biri” kadar bir sürede gerçekleşebilen son derece hızlı bir süreç. Böyle bir süreci de bilinçli kararlarımızla yönetemediğimiz aslında oldukça açık.
Bunlar gibi daha birçok ilginç gerçek, “eşimizi” seçerken mantığımıza ve analiz gücümüze çok da fazla güvenmememiz gerektiğini bize öğütlüyor. Karşıdaki insanda istediğimiz ve beklediğimiz özelliklerin neler olduğunu muhtemelen bilinçli olarak biz dahi bilmiyoruz. O yüzden bazı şeyleri “akışa” bırakmakta fayda var gibi...
Neden sürmüyor; Aşk neden ölüyor?
Az önce, günümüz insanının içinde bulunduğu seçenek bolluğundan bahsetmiştim. İşte beynimizin “bilinçli” bölümleri hem bu seçenekler ve kendi kıstasları ile baş edemediğinden, hem de “potansiyel adayların” sayıca bolluğundan dolayı kişileri yeterince incelemeye ve derinlemesine bir değerlendirmeye vakit bulamadığı için aslında elde kalan tek bir seçenek ile karar vermek durumunda kalıyor: Fiziksel çekicilik. Günümüzde, kadın ve erkeğin fiziksel çekicilik standartları ise genetik ve kişisel tatlardan çok medya ve moda dünyası tarafından şekillendirilen, hatta alabildiğine çarpıtılan bir alan. Kendimize biyolojik olarak en çekici gelen adaylardan ziyade, “medyanın çekici saydığı” fiziksel özellikleri beğenmeye şartlanmış durumdayız. Tabii böyle “kökü dışarda” bir kıstas ile verilen kararların sonuçlarından ise uzun vadede mutlu olmayı beklemek oldukça zor. Elbette karşımızdaki tek olumsuz durum bu değil; fakat buradaki konu itibariyle etkisi en büyük olan sorunumuz…
İnsanın fiziksel görüntüsünün onun sadece minik bir parçası olduğunu ve bizim de “fiziksel çekicilik”ten ziyade daha farklı şeyler beklediğimizi, bilinçli olarak bilemesek bile, sıklıkla kendimize hatırlatmamızda fayda var.
Sözün özü
Aşk konularında tavsiye vermek zor. Fakat bu gün bu konuya en azından sinirbilimleri açısından baktığımızda, şairlerin ve edebiyatçıların aşk hakkında söyledikleri o “romantik” betimlemeri biraz daha iyi anlayabiliyoruz. Özet olarak bir sonuç isteyenlere bir sinirbilimci olarak şunu söyleyebilirim:
Hayatınızın aşkını mantığınızla düzenlediğiniz “kontrol listeleri” ile bulmanız oldukça zor görünüyor. Fakat biraz ağırdan alıp, “yarin gül kokusunu”, “gamzesini”, “al yanağını”, “hoş sedasını” tecrübe etmeye vakit ayırabilirseniz, karşınızdaki insanın “analizine” ayırdığınız vaktin en azından bir kısmını o kişinin “örüntülerini” anlamaya ayırırsanız, hiç farkında olmasanız da sürekli iş başında olan zihninizin o bilinçsiz deryası, en nihayetinde size doğru kişinin müjdesini, kim bilir, belki de “karnınızda uçuşacak kelebeklerle” getirecektir.
Peri masallarındakinden daha mutlu birliktelikler ve huzurlu bir ömür dileklerimizle…
Not:
Bu yazıdaki bazı kavramların daha detaylı açıklama ve tartışmalarını merak ediyorsanız lütfen nBeyin sayfalarımızda yer alan ilgili diğer yazılarımıza da göz atınız:
Örüntü algısı
Kızıl saçlı koku
Aşk beyinde mi kalpte mi?
Zehirle gelen güzellik
Yazar : Sinan Canan
www.nbeyin.com'da yazdı.....