Gurbet,
insanı yaralayan, içini durmaksızın kanatan gizli bir yaradır. Yaşamayan
anlamaz derler ya, işte öyle bir şey… Gurbet, vatanından uzakta canından, malından,
ailesinden, sevdiğinden, dostlarından vazgeçen gurbetçinin gözlerindeki yaştır.
Memleketten gelen bir haberdeki heyecandır. Hani memleketten bir dost gelir,
onu sıkıca kucaklarsınız ya ‘’ Kardeşim, sen bizim oralar kokuyorsun diye
solursunuz ya havayı’’ Hani memleketin birinde bir Leyla Mecnun’a, Mecnun Leyla’ya
hasrettir.
Eskici hikayesinde olduğu gibi Hasan, nasıl aynı dili konuştuğu eskici ile karşılaştığında, eskiciden ayrılmak istemedi. Nasıl ki Mecnun Leyla’nın mahallesinden gelen köpeği sevip, okşadı. ’Sen Leyla’mın yanından geldin ‘ diyerek ona değer verdiyse hepimiz için hasret olduğumuz şeyi bize hatırlatan her şey kıymetlidir.
Serol TEBER adlı bir Psikiyatrist yaptığı
‘’Göçmenliğin Psikolojiye Etkileri’’ adlı araştırmasında ilginç sonuçlar elde
etmiştir. Üniversite okumak için köyünden şehir merkezine gelen delikanlı
birkaç ay için de hastalanıyor ve yapılan tedavilere cevap veremeyecek kadar
durumu ağırlaşınca mecburen köyüne gönderiliyor ve 2 hafta içerisinde o kişi
iyileşmeye başlıyor, çünkü artık hasret duyduğu toprağına kavuşmuştur ve acısı
dinmiştir. Buradan anlaşılıyor ki gurbette olanın hasret duyduğuna kavuşması
bir ilaçtır, dermandır.
Ben ise
sizden farklı bir gurbetteyim. Sonradan görme yeteneğini kaybeden biri olarak, görebildiğim anlara, görebildiğim
sevdiklerime, görebildiğim ağaçlara hasretteyim.
Görebilmenin gurbetindeyim.
Zeynep Kekillioğlu