Önce
Sabetaycılık nedir onu söyleyelim.
Sabetaycılık, 17.
yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya
çıkan Sabetay
Sevi'nin kurucusu
olduğu, onu mesih kabul eden mistisizme ve Kabbala'ya dayanan inanç. Diyanet İşleri Başkanlığı'na göre Sabetaycılık bir İslam mezhebi ya da tarikatı
değildir ve İslam düşüncesi içinde yer almaz. 1920'lerin başından
itibaren Sabetayist kökenli insanların çoğunun sekülerleşmesi ve büyük bir
çoğunluğunun geleneklerini yeni kuşaklara aktarmaması nedeniyle Sabetaycılık
yok olmaya başlamıştır. Ancak
bazı yazar ve araştırmacılar Sabetaycılığın günümüze kadar devam ettiğini iddia etmektedir.
{geniş bilgi
almak isyenler bu adresten tamamını okuyabilirler.}
Bu
yazacaklarımın tamamını Amin Maalouf’un Yolların Başlangıcı adlı kitabında
okudum. İlk okuduğumda benimde çok dikkatimi çekti. Şimdi orada yazılanları
sizlere aktarayım.
‘’Bu
söylenenlerde bir gerçek payı da yok değildi. Hareket(Devrim) gerçekten Selanik’ten
başlamış ve bu, kimseyi şaşırtmamıştı; bu kent, İmparatorluk topraklarında
Aydınlanma’nın başkentiydi. En iyi okullar oradaydı; hepsi de ötekilereden daha
iyi bir eğitim verdiğini ileri süren dinsel topluluklar arasında bir tür yarış
bile vardı. Ve bu yarışı, tartışmasız bir biçimde, bu toplulukların en küçüğü
ve en ilginci önde götürüyordu her zaman; gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda,
gerekse yeryüzünün geri kalanında insanların çoğunun varlığından bile haberli
olmadığı bir topluluk: Sabetaycılar. 1665 yılında İzmir’de kendini Mesih ilan
eden Sabetay Sevi’nin uzaktan yandaşlarıydı bunlar. Sabetay Sevi, Tunus’tan
Amsterdam’a oradan Varşova’ya, bütün yahudi toplulukları arasında büyük bir
ilgi uyandırmıştı; bu olaydan kaygı duyan Osmanlı yetkilileri de ona iki
seçenek sunmuşlardı: Ya Müslüman olacak ya da idam edeilecekti. Ölmemeyi
yeğledi ve dönemin tarihçilerini dediği gibi ‘’sarık sarıp Mehmet Efendi adınını
aldı’’. Peşinden gidenler de hemen terkettiler onu; kimi tarihçiler birçok
Yahudinin, bu yaralayıcı düş kırıklığı yüzünden bir mesih beklentisine sırt
çevirip dünya işleriyle ilgilenmeye başladığını bile düşünüyorlar.
1676’da
öldüğünde, yalnızca dört yüze yakın Selanikli aile sadık kalmıştı Sabetay’a. Bu
insanlar, uzun süre ‘’din değişitirmiş’’ anlamında, Türkçe ‘’Dönme’’
nitelemesiyle anıldılar; daha sonra da bu biraz küçümser tanımdan vazgeçilerek
onlara kısaca ‘’Selanikliler’’ dendi. Bugün , hareketli geçmişlerinden yalnızca
çok bulanık anılar var bu insanların belleğinde; gerçek anlamda laik bir
topluluk oluşturuyorlar; 19. Yüzyıl sonlarında, kesinlikle böyleydiler.
Bu insanların üstünde
çok duruyorum, çünkü onlar, farkında olmadan ama bütünüyle rastlantısal
sayılamayacak bir biçimde, İmparatorluk topraklarında yeni düşüncelerin
yayılmasında benzersiz bir rol oynadılar. Çünkü bir gün Mustafa Kemal adında
bir çocuk –geleceğin Atatürk’ü- onların kurumlarında birinde, Şemsi Efendi
adında birinin kurduğu ve yönettiği
ilkokulda öğrenim görmüştü. Babası Ali Rıza, oğlunun eğitiminin geleneksel
mahalle mektebiyle sınırlı kalmasını istememiş, ona ‘’Avrupa tarzı’’ eğitim
verebilecek bir kurum aramıştı.
Bu kıvılcım
güçlü bir ateşin başlangıcı olacaktı.
Nasıl olmuştu
da, 17. Yüzyılın ‘’mesihçi’’ bir hareketi, iki yüzyıl sonra ateşli bir laiklik
ve yenileşme gücüne dönüşmüştü? ‘’
Biz soruyu
burdan sorduk, devamını merak eden arkadaşlarım iyi bir araştırma yapsınlar ve
Amin Maalouf’un Yolların Başlangıcı adlı kitabını okusunlar, benim bu
yazdıklarım sayfa 112’den başlıyor merak edenler okuyabilirler.
0 yorum:
Yorum Gönder
Ad :
Email :