SEVMEYİ BİLMEYENE BİLMEYİ SEVMEK NE Kİ!..
“Kul, sabırdan daha geniş bir rızık ile
rızıklandırılmamıştır.”(hadis-i şerif)*
Hâlâ okula alınmıyorlar!?..
Nur-ı aynım, iki
gözüm, Bildin mi neydi sabır?
Ya neydi kirpiğinin
kıvrımına tutulup kalan burukluk?
Hani neydi nesre çevrilemeyen
söz?
Neydi bilgiye
adanmış ayazların derununu dolduran acı?
Sabır bir aydınlık,
sabır bir teselli... Büyük Sahra’ya yağmur, istiridyeye inci... Sabır göz
pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı... Eyyub ile Yakup,
derviş ile sultan...
Nur-ı aynım, iki
gözüm, Bildin mi neydi sabır? Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin
kadehindeki iksir miydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçek mi,
ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebek mi?
Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı
aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı
Dağı’na çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan daruşşifalara
doğru. Serazad türküsüyle hercaî bir bülbül konar Kitab’ın son sayfasına, sabrı
şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır. Sabır bir
hazine ki... Yılanlar bekler gerçek!.. Bir hazine ki... Tek miskali Yusuflar
satın alır...… Bir hazine ki... Beşiği âb-ı hayat sükunetiyle süslenen bebekler
büyür hendesesinde nur-ı aynım, ve tahammül renkli güzellikler yansır eşyaya
bakışlarından. Bir hikaye anlat bana sabra dair, nur-ı aynım, bir hikaye anlat;
gerçek olsun. Kalbinin rengi damlarken hani, çekik gözlü nakışlar vururdu
sevinçleri, onu anlat. Yanağına düşen her güneş damlası yeni mağlubiyetler
asardı boynuna ve eksik olan şey hep bir adım önde giderdi hani, onu anlat.
Kafesi taşlara çalıp içindekini salıvermediğinden mi nur-ı aynım, yoksa bir
derya mavisinde buruk toprak kokusuna dalıvermediğinden mi, bir imtihan içre
iplik iplik bağlanmışsın şah yüreğine ve kirkitler erişlere vuruyor, argıçlar
kirişlere... Sabır bir kilim oluyor nur-ı aynım, kilimi anlat...… Sabrı bildin
mi nur-ı aynım, bildin mi sabrı? Hani yağmur çamur okula gidip de tipi boran
kapıda bekleyen var ya?!.. Hani masumiyeti Kandehar tepelerinden boşluğa bir
şahin gibi süzülen beyaz kuğu?!.. Sonsuz köşeli dayatmalarda hani zamanı
biriktiren nazenin yasemen var ya?!.. Hani nisan dallarında vurulup kanı
akmayan kanarya?!.. Helvaya durdu korukları, acımsılık lezzet oluyor
dimağlarında. Onlar ki, soluk almadan bekleyişlerin sırrını öğrendiler kalpleri
henüz durmadan, ve bulamayacakları çarelere adreslenmiş mektupların,
açılmayacak kapılara gizlenmiş umutların sırrına erdiler; adı sabırdı!..
İsteksiz gülüşler serpildi kanayan yaralara nur-ı aynım, sabır adına bilinçsiz
köşelere asılan afişler kirlendi, yolların üstüne uzaklar düştü, hep uzaklar...
Karşılıksız sevmelerin şarkısı eski plaklarda kaldı iki gözüm, ve bir gece daha
sancıdı yıldızlar, bir gece daha... Şimdi geceler en ince yerinden bölünmede
nur-ı aynım, şehir bir denize doğru ağlamakta. Bildin mi sabrı nur-ı aynım,
neydi sabır? Sabır adına, ve umut adına... Kol kanat edinip umutları, bereketli
baharlara bir koşu başlar mı acep? Mum gibi eriyen ve mum rengince üzülenlerin;
yandıkça ağlayan ve gözyaşlarınca yananların can ipliklerinde dumanı tütmez
alevler parıldıyor, aydınlıklar tel tel yüzlerine vuruyor. Mutsuzluğun
beslediği uzak arzular değil oysa umutsuzluk... Ve yakınlarda, çok yakınlarda
bir sabır heykelinin eli değiyor eline. Zirvede bir imtihan var nur-ı aynım,
zirvede bir imtihan var.
*Müsned, III
,47;Müstedrek II,414
Kırk Güzeller Çeşmesi - İskender PALA